Denizler birçok canlı için mükemmel bir ekosistem olmasının yanında insanlık için en kaliteli gıda temin ambarları olarak bilinirler. Taşıdığı ekolojik ve ekonomik önem nedeni ile deniz kaynaklarının bilinçli kullanımı ve sürdürülebilirliğinin sağlanması büyük önem taşımaktadır. Son yıllarda Marmara Denizi’nde gözlenen, balıkçılık, turizm ve akuakültür gibi ekonomik faaliyetler üzerinde ağır sonuçları olan müsilaj oluşumu, çeşitli deniz organizmaları tarafından üretilen, denizel besin ağı üzerinde tahrip edici özelliğe sahip, birkaç milimetreden onlarca santimetreye kadar değişen boyutlardaki partiküllerin fiziksel olarak bir araya gelmesiyle, bakteriler ile birlikte tek hücreli fitoplanktonik organizmaların değişen ortam koşullarına tepki olarak verdikleri bir organik madde birikimidir.

Su kolonundaki tabakalaşma (piknoklin yapısı) müsilajın birikiminde önemli rol oynamakta, hava ve denizin durumu olayın gelişimini ve yayılımını direk olarak etkilemektedir. Özellikle, yüksek deniz suyu sıcaklığı, rüzgarsız ve sakin hava koşullarında müsilaj yapıyı görme olasılığı artmaktadır. Bu oluşumda meteorolojik ve oşinografik faktörler tetikleyici oldukları gibi oluşan malzemenin yayılması ve öbeklenmesinde de etkendirler. Müsilaj yapı, dünya denizlerinde her yerde bulunabilmekte ve özellikle 2007 yılından beri de Marmara Denizi’nde yoğun şekilde gözlenmektedir.

Marmara Denizi’nin bir iç deniz olması, dar geçitli boğazlar ile diğer denizlerle bağlantısının kısıtlı olması, bölgedeki artan nüfus yoğunluğu, yeterli düzeyde arıtılmayan ve deşarjları kısmen kontrolsüz yürütülen evsel ve endüstriyel atıklara maruz kalması, deniz tarama ve boşaltma faaliyetleri ile kıyı dolgu alanlarına bağlı habitat kaybı, aşırı ve kontrolsüz avcılık ve iklim değişikliğine bağlı deniz suyu sıcaklıklarının artması gibi nedenlerle bu tek hücreli canlılar kendileri için değişen ortam koşullarına tepki göstermeye başlamış, normalden fazla ve/veya hızlı şekilde hücre içi organik yapıdaki sıvılarını boşaltma yoluna gitmişlerdir.

Marmara Denizi gibi yarı kapalı denizlerde sürekli olarak yapılan bu atık su boşaltımları kirletici yükünü arttırmakta ve bu durum ötrofikasyona sebep olabilmektedir. Özellikle azot ve fosforca zengin besin elementi girdisi, durgun hava şartları ve sıcaklık artışıyla birlikte tek hücreli canlıların sayısını ve müsilaja yol açan hücre içi salgısını aşırı arttırmaktadır. Çeşitli kirleticilerle zengin müsilaj, deniz dibine inerek bentik fauna ve floranın yapısını bozmakta ve bu bölgede yaşayan canlıların yaşamını sınırlandırmaktadır. Oluşan müsilajlı kitle içerisinde ağır metallerin de birikebilme oranı oldukça yüksektir. Ayrıca Marmara Denizi alt sularının oksijence oldukça fakir olduğu (hipoksik koşullar) düşünüldüğünde, organik maddece çok zengin bu malzemenin bakteriyel tüketim ile oksijenin daha da azalmasına neden olacağı, hatta bu suların tamamen oksijensiz kalmasına neden olabileceği aşikardır. Besin ağının doğal yapısının bozulmaya başlamasıyla, kimi türler bu ortamdan uzaklaşmaya, üreme ve barınma yeri olarak başka denizleri tercih etmeye başlamışlardır.

Türkiye nüfusunun önemli bir bölümünün Marmara Denizi’nin etrafındaki büyük illerde yaşaması, endüstriyel faaliyetlerin önemli bir bölümünün bu bölgede bulunması, Karadeniz ülkelerinin deniz taşımacılığında Marmara Denizini kullanması, azda olsa turizm amaçlı kullanılması Marmara Denizinin sosyo-ekonomik önemini de arttırmaktadır. Marmara Denizi bu özellikleri ile insan faaliyetleri sonucu ortaya çıkan evsel, endüstriyel, gemi ve diğer denizel faaliyetlerden kaynaklı atıkların baskısı altındadır. Çanakkale ve İstanbul Boğazları ile birlikte Türk Boğazlar Sistemi’ni (TBS) oluşturan Marmara Denizinde gemi taşımacılığından kaynaklanan ve İstanbul Boğazı üzerinden gelen Karadeniz kökenli kirleticiler bu baskıyı daha da arttırmaktadır.

Diğer yandan, küresel ısınmanın etkisiyle özellikle son 10 yılda Marmara Denizi yüzey ve alt tabaka sularının sıcaklığı daha hızlı artmaktadır. Deniz canlılarının stres sonucu oluşturdukları müsilaj gibi aşırı doğa olayları, küresel ısınma ile 1950’li yıllardan itibaren diğer denizlerde görülmeye başlanmış olup, Marmara Denizinde ise ilk müsilaj tespiti 2007 yılında yapılmıştır.

Ekonomik kaynaklarıyla, kirlilik ve ekosistem problemleriyle, bütün sorumluluğu yalnızca bize ait olan Marmara Denizi’nde yapılacak bütün faaliyetlerin planlanmasında deniz ekosisteminin sağlıklı olması birinci planda tutularak bütün paydaşların yararına olması gözetilmelidir. Özellikle Kanal İstanbul gibi Karadeniz, Marmara Denizi ve Ege Denizi’ni su ve madde alışverişi, biyoçeşitlilik ve habitat değişimi açısından etkileyecek yapısal bir değişiklik, sonuçları düşünülmeden hayata geçirilmemelidir.

Yalnızca bize ait olan ve Karadeniz kaynaklı girdilerle de beslenen Marmara Denizi’mizi kurtarmak istiyorsak;

  • Karadeniz yoluyla Marmara Denizi’ne taşınan kirletici yükleri düzenli olarak takip edilmeli ve girdilerin en az seviyede tutulması için gerekli teknik ve politik önlemler alınmalıdır.
  • Özellikle kirletici kaynakların olduğu bölgelerde ölçüm istasyonları kurarak bir an önce izleme çalışmalarına başlanmalıdır,
  • Marmara Denizi ve baskı unsurlarının takibi için var olan izleme programları çevre olaylarının önceden tahmini, oluştuktan sonraki takibi ve yönetimi için daha da geliştirilmeli ve sürekli takip sistemleri oluşturulmalıdır.
  • Alıcı ortam olarak Marmara Denizine azot, fosfor gibi besin tuzu ve diğer kirleticilerin girişlerinin en aza indirgenmesi için evsel ve endüstriyel atıksu deşarjları kontrol altına alınmalı; ön arıtımdan geçen atıksuların “derin deniz deşarjı” yöntemiyle bertafarı en kısa sürede terk edilmeli ve atıksular ileri atıksu arıtımı yapılmadan alıcı ortama verilmemelidir.
  • Tüm deniz faaliyetleri (taşımacılık, balast suları, balıkçılık faaliyetleri, tarama ve boşaltma faaliyetleri) mevcut yönetmelikler çerçevesinde kontrol altında tutulmalı, denetimler kesinlikle aksatılmadan tüm aktörler tarafından gerçekleştirilmelidir,
  • Besin zincirinin ve ekosistemin sağlıklı işlemesi için, çoğu canlının beslenme, barınma ve üreme yeri olarak tercih ettiği kıyısal alanlar korunmalı, kıyı tahribatının önüne geçilmeli, mümkünse kıyı ekolojisine zarar veren beton yapılar yıkılmalıdır.
  • Kontrollü ve sürdürülebilir balıkçılık yapılmalıdır.
  • Marmara Bilgesindeki yoğun nüfus artışının önüne geçilmeli, yeşil alanlar korunmalıdır. İstanbul da km2’ye yaklaşık 3000 kişi, Kocaeli’nde 551 kişi düşmektedir. Bu kadar yoğun nüfus Marmara Denizi ve diğer su kaynakları üzerinde büyük baskı yaratmaktadır. Başta su havzaları olmak üzere yeşil alanlar etkin şekilde korunmalıdır.
  • Tarımda bilinçli gübreleme yapılmalı, iyi tarım uygulamaları ilgili kurumlarca hazırlanan eylem planları dikkate alınarak en yüksek seviyede hayata geçirilmelidir.
  • Küresel ısınmanın önümüzdeki yıllarda daha fazla olacağı göz önüne alınarak model, tahminler ve senaryolara göre diğer bütün faaliyetler hakkında önlemler özel tedbirler alınmalıdır.
  • Müsilajın oluşum ve azalışında ototrofik ve heterotrofik piko-nano, mikro ve makro planktonun rolleri araştırılmalıdır,
  • Müsilaja sebep olan canlıların kurşun ve bakır gibi toksik metal varlığında bir cevap olarak organik madde saldığı bilindiğinden, alıcı ortama ağır metal girişi kontrol altına alınmalıdır.
  • Müsilaj kitle içerisinde ağır metallerle birlikte toksin de bulunabileceği için, başta midye olmak üzere dipte yaşayan canlıların tüketimi azaltılmalı ve bu konuda halk bilinçlendirilmelidir.
  • Marmara Denizinin Marmara Bölgesine değer kattığı, kaybolan denizin ekonomiye, turizme, balıkçılığa büyük zararlar vereceği basın, yayın, ilan panoları gibi iletişim araçları kullanılarak halkın bu konudaki farkındalığı arttırılmalıdır.